"Enter"a basıp içeriğe geçin

‘Tanrı’yı Kim Yarattı’ Yanılgısı?

Bu yazıda, “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun geçersizliğini ortaya koymaya çalışacağım. Bu soru, kendi içinde bir mantık hatası taşır. Öncelikle, “Tanrı varsa onu kim yarattı?” sorusunu gündeme getiren bir ateist, aslında bir başka temel soruya yanıt bulmak zorundadır: Hangi Tanrı? Bu soruya anlamlı bir yanıt verebilmek için öncelikle Tanrı kavramını doğru anlamamız gerekir. Müslümanların inandığı Allah, Hristiyanların ya da Yahudilerin inandığı Yehova ile aynı değildir. Bu yazıda, Kur’an’ın tanıttığı Tanrı’yı, yani Allah’ı merkeze alarak konuyu ele alacağım.

Allah kendisini nasıl tanıtıyor veya nasıl tanımlıyor? Kur’an’da, Allah’ı en iyi açıklayan sure İhlas suresidir ve şu şekildedir:

(Ey muhatab!) De ki: O Allah’tır; eşsiz-benzersiz bir tek’tir. Allah Samed’dir. O doğurmamış /doğurtmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O’na asla denk ve benzer olmamıştır.

İlk ayetle, Allah kendisini tek ve benzersiz bir yaratıcı olarak tanımlar. İkinci ayetteki “Allah Samed’dir” ifadesinde “Samed” kelimesi, tam anlamıyla başka bir dile çevrilemeyecek kadar derin ve çok boyutlu bir kavramdır. Samed; “her şeyin kendisine muhtaç olup kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı”; “ilk sebep ve son gaye”, “öncesiz ve sonrasız” anlamlarını taşır. Aynı zamanda evrenin mutlak sahibi ve eksiksiz varlığı olarak da ifade edilir. Üçüncü ayette, Allah’ın ne bir ebeveyn ne de bir evlat olmadığını, yaratılmış olmadığına vurgu yapılır. Dördüncü ayet de bu tanımı tamamlar ve Allah’ın hiçbir şeyle kıyaslanamayacak, benzersiz bir yaratıcı olduğunu vurgular: “Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”

Bu sure ile Kur’an, bize şunu açıkça öğretir: Allah yaratılmamış, başlangıcı ve sonu olmayan, kendi varlığıyla ezeli olandır. Ateistlerin “Eğer evreni Tanrı yarattıysa…” diyerek ortaya koyduğu varsayımı bir an için kabul edersek, o zaman Tanrı’dan başka bir yaratıcı olmadığını ve onun tüm niteliklerini de Tanrı’nın bize kendisini tanıttığı şekliyle kabul etmek zorundayız. Tanrı’nın evreni yarattığını kabul etmek, O’nun mutlak özelliklerini de kabul etmeyi gerektirir; zira Tanrı tanımı, kendiliğinden var olmayı, yaratılmamayı, kimseye ihtiyaç duymamayı ve her türlü eksiklikten münezzeh olmayı kapsar. Tanrı demek, bunların tamamını içinde bulundurur. Tanrı’nın varlığını kabul edip, onun yaratılmayan ya da ihtiyaçsız olduğu gibi özelliklerini reddetmek, bir çelişkidir. İşte bu yazı, böyle bir çelişkinin mantık dışılığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Bu noktayı iki temel önerme ile netleştirebiliriz:

  1. Melekler vardır.
  2. Melekler iyilik dışında bir şey yapamazlar; kötülük yapma yetileri yoktur.

Şimdi, bir ateist şöyle bir soru soruyor: “Melekler varsa, neden kötülük yapıyorlar?” Bu soruya yanıtımız şudur: “Meleklerin tanımında, kötülük yapma özelliği yoktur; onlar yalnızca iyilik yapabilirler.” Yani, meleklerin varlığını kabul ediyorsanız, onların iyilik dışında bir şey yapamayacağı gerçeğini de kabul etmek zorundasınız. Aksi halde, mantıksal bir hata yapmış olursunuz.

Aynı durum Allah için de geçerlidir. “Tanrı varsa” diyorsanız; Tanrı’nın yaratılmadığını, yemediğini, uyumadığını, dinlenmediğini de kabul etmeniz gerekir. Sorularınızı da Tanrı’nın bu özellikleri çerçevesinde sormalısınız. Bu, varlıkların tanımlarını ve özelliklerini göz ardı etmeden anlamaya yönelik mantıklı bir yaklaşım sunar. Örnekleri çoğaltacağım.

“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, felsefede “kategori hatası” olarak bilinen bir mantık hatası içerir. Bu tür sorularda kavramların kendi doğalarına uygun olmayan nitelikler onlara yüklenir. Konuyu daha iyi anlamak için iki örnek üzerinden açıklayalım:

  1. Bu soru, “siyah rengin ağırlığı nedir?” sorusuna benzer. Rengin bir ağırlığı yoktur; bu onun bir özelliği değildir. Bu nedenle, böyle bir soru yanlıştır. Siyahın ağırlığına dair bir özellik aramak, mantıksal bir hataya düşmektir. Aynı şekilde, Tanrı’nın da yaratılmış olmak gibi bir özelliği yoktur.
  2. Üçgen, üç kenarlıdır; bu, onun tanımında ve doğasında yer alır. “Üçgenin dördüncü kenarı nerededir?” diye sormak, üçgenin doğasına uymayan bir nitelik aramaktır. Dördüncü kenar, üçgenin bir özelliği değildir.

Benzer şekilde, Allah’ın yaratılma gibi bir sıfatı yoktur; o kendiliğinden var olandır. Yaratılmamış olmak ve sürekli var olmak, Allah’ın temel özelliklerindendir ve bu özelliklere aykırı bir soru, kategori hatası yapmaktan başka bir şey değildir.

Bu sorunun mantıksızlığını mantık temelinde gösterelim. Mantıkta “transitiflik” özelliği olarak bilinen bir ilişkiyi kullanarak ilerleyelim:

Formülümüz:
Eğer x = y ve y = z ise, o zaman x = z’dir.

Bu mantıkla, Allah’ın tanımını inceleyelim:

  • Allah’ın bir tanımı “yaratılmamış” olandır.
  • Bir diğer tanımı ise, “sonradan var olan her şeyin yaratıcısı”dır.

Bu tanımları birleştirirsek, Allah için ortaya çıkan sonuç şudur: “Yaratılmamış olan yaratıcı.” Şimdi, “Allah’ı kim yarattı?” sorusundaki “Allah” kelimesini bu kavramsal tanımıyla değiştirelim ve mantıksal hatayı açıkça görelim:

“Allah’ı kim yarattı?” yani “Yaratılmamış olan yaratıcıyı kim yarattı?” Bu ifade, yaratılmamış olan bir varlığın yaratılmasını sorguladığı için kendi içinde çelişkili hale gelir. “Yaratılmamış” ve “yaratıcı” tanımlarına aykırı bir varsayım içerdiği için, sorunun kendisi mantıksızdır.

Bu soru, yalnızca Tanrı inancını taşıyan biri için değil, samimi bir ateist için de anlamsızdır. Bir ateistin “Allah varsa, onu kim yarattı?” sorusunu sorması, Tanrı’nın varlığını kabul eden biri için geçerli olan nitelikleri göz ardı ettiği için hatalıdır. Allah’ın varlığını kabul eden kişi, onun yaratılmamış olduğunu ve kendisine özgü diğer nitelikleri de kabul eder. Bu, Tanrı’yı kabul edenin onun yemediğini, uyumadığını veya yaratılmadığını da kabul etmesini gerektirir. Aksi halde, Tanrı’nın varlığına inanıp, onun temel özelliklerini reddetmek çelişkili bir inancı beraberinde getirir. İslam inancındaki Allah’ı tanımak isteyen bir ateist, Kur’an’da Allah’ın kendisini nasıl tanıttığına bakmalıdır.

“Allah evreni yarattıysa, Allah’ı kim yarattı?” sorusu, Allah’ın kendisini tanımladığı gibi kabul edilmediğini gösterir. Bu soruya zorlanarak bakan ateistlerin çekincesi anlaşılabilir. Çünkü bizler yaratılmamış bir varlığı hiç görmedik. Evrenin başlangıcından bu yana var olan her şey yaratılmıştır ve sürekli değişen bir evrende yaşıyoruz. Tanrı gibi zaman ve mekânın ötesine hiç geçmediğimiz için, yaratılmamış bir varlık fikri bizlere uzak ve akla hayale sığmaz gelebilir. Hatta tam da böyle gelmelidir. Başka herhangi bir tasvir hatalı bir tasvir olacaktır. Zira Tanrı hakkında daha fazlasını bilmiyoruz.

Evrenimize ait olmayan bir olguyu anlamak, onu somut örneklerle açıklamakla mümkün olabilir. Bir bilgisayar yazılımı düşünün. Bu yazılımı “Ahmet” adlı bir kişi yazdı. Buradan yola çıkarak şu soruyu sorar mısınız: “Ahmet’i kim yazdı?” Bu soru saçma ve uyumsuzdur, çünkü Ahmet’in kendisi bir yazılım değil, yazılımdan bağımsız bir varlıktır. Ahmet’i yazılımın kuralları içinde değerlendirmek anlamlı olmayacaktır.

Aynı şekilde, “Evreni kim yarattı?” diye sorulduğunda, Tanrı cevabı verildiğinde, devamında “Peki Tanrı’yı kim yarattı?” diye sormak, Tanrı’yı evrenin yaratılmış kurallarıyla değerlendirme yanılgısına düşmektir. Allah, yaratılanlar gibi maddeden yani atomlardan oluşmaz. Biz, atomlardan oluşmayan bir varlığı hiç görmedik ve böyle bir varlığın özelliklerini de bilmiyoruz. Dolayısıyla Allah’ın yaratılmamış olması, yemek yememesi, su içmemesi ve uyumaması gibi özelliklerini de anlamakta zorlanıyoruz. Tanrı, insan veya yaratılmış başka bir varlık değildir ki O’nu kendi evrenimizin kuralları içinde değerlendirelim.

“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun temelinde, nedensellik kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Bu soruyu soran kişi, nedenselliği evrensel ve mutlak bir yasa olarak kabul edip Tanrı’ya da uygulanabileceğini varsayar. Oysa nedensellik, her sonucun bir nedeni olduğunu ifade eder; yani bir şey başka bir şeyin sonucu olarak varsa onun bir nedeni olmalıdır.

Fizikçi Paul Davies’in dediği gibi, “Zamanın olmadığı yerde, alışılmış anlamda nedensellik de yoktur.” Yani nedensellik ilkesi, zaman ve mekan olmaksızın uygulanamaz. Allah, zamandan ve mekandan bağımsızdır; zaman ve mekanı kendisi yaratmış ve onların sınırlarının dışında, bağımsız olarak var olmuştur. Bu bağlamda, “Her sonucun bir sebebi vardır” ilkesi yalnızca evrenimiz için geçerlidir; Tanrı, evrenin bir sonucu değil, onun dışında olan, varlığının kaynağıdır. İbn-i Sina’nın “zorunlu varlık” ifadesi de bu anlamı taşır: Zorunlu varlığın kendisi, başka bir şeyin sonucu olarak var olmadığı için, onun bir nedeni aranmaz.

Buna ek olarak, sonsuz nedensellik zincirleri mantıken imkansızdır. Evrendeki tüm olaylar sonsuza kadar geri gitmez; en fazla, 13.5 milyar yıl öncesindeki Büyük Patlama’ya kadar uzanabiliriz. Ondan öncesi içinse bir başlangıç, bir ilk neden gereklidir. Bu durumda, her şeyin değil, “var olmaya başlayan” her şeyin bir sebebi vardır. Tanrı’nın ise böyle bir başlangıcı olmadığı için, bir sebebe ihtiyacı yoktur.

Tanrı’nın varlığını kabul eden biri, onun kendisi hakkında bildirdiği özellikleri de kabul etmek durumundadır. Örneğin, Tanrı’nın “Benden başka Tanrı yok” ifadesini de kabul etmek gerekir. Tanrı’nın varlığını kabul edip onun ezeli olduğunu kabul etmemek, çelişkili bir tavırdır. Dolayısıyla asıl mesele, Tanrı’nın var olup olmadığı sorusudur. Tanrı’nın varlığını reddeden bir ateist, mantık içinde kalarak bu inancını sürdürebilir. Ancak Tanrı’nın varlığını kabul eden biri, O’nun ezeli ve bağımsız doğasını da kabul etmelidir. “Tanrı varsa onu kim yarattı?” sorusu, esasen Tanrı’nın varlık özelliklerini göz ardı ederek alaycı bir üslupla sorulmuş bir sorudan öteye gitmemektedir.

Bu soru bilim felsefesine de aykırıdır.

Bilim felsefesine göre, bir olgunun açıklanması için en iyi açıklama yeterlidir ve bu açıklamanın kendisi ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duymaz. Örneğin, biri size önünüzde duran “Tanrı Yanılgısı” kitabını işaret ederek, “Bu kitabı kim yazdı, sahibi kim?” diye sorsa ve siz de “Richard Dawkins” cevabını verseniz, bu yanıt o eserin yazarını en iyi şekilde açıklar. Eğer karşınızdaki kişi bu cevaba karşılık olarak, “Bu yeterli değil, Richard Dawkins’i kim yarattı? Onun sahibi kim?” diye sorarsa, bu sorgulama gereksiz bir karmaşa yaratır.

Evreni Kim Yarattı

“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusundan daha yaratıcı bir soruya geçelim. Eğer Allah yaratılmamışsa, o zaman O’nun sonsuz olması gereklidir. Ancak bir ateistin, Allah’ın sonsuz olduğu varsayımına itiraz etme hakkı yoktur. Eğer Tanrı var ise, ateist bunun sonsuz olduğunu kabul etmek zorundadır (Tanrı tanımı bunu gerektirir). Aksi takdirde, evrenin sonsuz olduğunu savunmak zorundadır. Yani evrenin ezeli olduğunu kabul etmelidir ki, “Biri evreni yaratmış” demekten kaçınsın.

Bu durumda, başlangıcı olan bir evren modeli, “O halde bu evreni ne başlattı?” veya “Evrenin başlangıcı varsa, buna sebep olan nedir?” gibi soruları gündeme getirir. Cevap Tanrı mı? Big Bang teorisi, evrenin ezeli olmadığını kanıtlar. Eğer Tanrı varsa diyen biriyseniz, O’nun tüm vasıflarını da kabul etmek zorundasınız. Aksi halde, çarpık bir Tanrı anlayışı ortaya çıkar ve bu da saçma sorular üretir.

İlk insansı toplumlardan ilk bilinçli topluma insanoğlunun dünyanın yuvarlak olduğunu anlaması 3 milyon yıl sürdü. Benim üstün kafam yaratılmamış olmayı kavrayamadığı için böyle bir varlık yoktur, demek kibirdir. Yüz binlerce yıldır hastalıkların ne olduğunu bile kavrayamıyorduk. Gözümüz belli frekansın dışındaki renkleri bile görmüyor. İnsan beyninin sonsuz akıl ve kudret olan, mekan ve zaman yokken var olan, bizim gibi sonradan yaratılmamış olup hep var olan, ölmeyen, doğmayan, yemeyen, uyumayan, dinlenmeyen, korkmayan, sıkılmayan, atomlardan oluşmamış, kudreti ve gücü karşısında durulamayan, aynı anda tüm evrendeki her canlıyı, her atomu, her protonu kontrol eden, aynı anda tüm canlıların zihninden geçenleri bilen ve biz doğmadan evvel bizim ölünceye kadar yapacağımız her şeyi bilen bir Tanrı’yı siz bu akılla kapsayacağınıza ve O’nu fethedeceğinize inanıyorsanız kibir tüm benliğinizi ele geçirmiş, acizliğinizi görmenizi sağlayacak tüm duyularınızı felç etmiş demektir.

9 Yorum

  1. Aksiyon Aksiyon 16 Mart 2017

    bütün yazıların hepsini okudum ama kafam çok karışdı şimdi

  2. tolga tolga 28 Nisan 2017

    Tanrı’yı kim yarattı sorusuna güzel bir cevap olmuş. Tanrı=ilk neden demek bu tür itirazları boşa çıkaracaktır ancak bu sefer ortada önemli bir sorun var, o da şu: Tanrı’nın varlığı konusunda bu kadar titiz davranan teistler, aynı titizliği Tanrı’yı tanımlarken göstermiyor. Yani gayet tutarlı bir şekilde “ilk neden”in varlığına ulaştıktan sonra, o “ilk neden”in nasıl bir şey olduğu konusuna nasıl atlayabiliriz? Eğer bu konuda da tutarlı ve gerçekten ilişkili bir argümanımız yoksa “ilk neden”in herhangi bir şey olabileceğini söyleyebiliriz öyle değil mi? “O, Tanrı’dır” veya “o, herhangi bir varlıktır” demek arasında ne fark var?

    Toparlamak gerekirse, mantıklı önermelerle ulaştığınız “ilk neden”in varlığından, o “ilk nedenin” Tanrı olduğuna hatta bizzat sizin Tanrı’nız olduğuna nasıl ulaşıyorsunuz?

    Son olarak; Tanrı’nın varlığını kanıtlama iddiasında olan tutarlı argümanlar genellikle bu şekildedir. Tutarlıdır ancak bize bir bilgi vermezler. Aslında bu tür argümanlarda varlığı kanıtlanan şeyin, örneğin merhametli olduğunu asla kanıtlayamayız. Dolayısıyla bu tür argümanlarda kendi inandığınız Tanrı’nızın tek tek tüm özelliklerini kanıtlamadıkça bir şeyi kanıtlamış olmazsınız.

    “Olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıtlar gerektirir”

  3. Ayfer Ayfer 28 Nisan 2017

    Çok güzel bir yorum olmuş. Teşekkür ederim.

    Tanrı’yı, Tanrı’ya inandığını söyleyen biz insanlar da tanımıyoruz. Ben Tanrı’nın insanlar tarafından bilinebileceği düşüncesine katılmıyorum. Tanınabilecek bir Tanrı düşüncesi, anlaşılamayan, takdir edilemeyen bir Tanrı’dır.

    Bana göre insan tarafından varlığı tanımlanabilecek bir Tanrı küçük bir tanrıdır. Tanrı’yı tanıyabilmem için O’nun gibi düşünmeliyim. Onu kavrayabilmeliyim.

    “İlk nedene herhangi bir şeydir” demek yanlış anlamadıysam “tesadüf”e götürür bizi. Basitçe bu bir seçimdir. Ben, güzel bir papatyanın varlığını tesadüfle açıklayamıyorum.

    Böyle anlarda aklıma Bruno geliyor: Siz Tanrı’yı küçücük zannediyorsunuz. Tersi de olabilir. Siz kendinizi Tanrı sanıyorsunuz. (İnsanlar, siz değil 🙂 )

  4. Fehmi Fehmi 28 Nisan 2017

    Sayın Tolga son derece terbiyeli üslubunuz için tüm teistler namına size teşekkür ediyorum. Sizin bu üslubunuz tüm fikirleri savunanlarda olsa dünya çok güzel bir yer olurdu şüphesiz. “Tanrı’nın varlığı konusunda bu kadar titiz davranan teistler, aynı titizliği Tanrı’yı tanımlarken göstermiyor” gibi bir ifadeniz olmuş. Kur’an’ın bize gösterdiği Tanrı, aslında tanımlanamayan bir Tanrıdır. Biz eğer onun tarafından yaratılmışsak ve evren Tanrı tarafından yaratılmışsa çok güçlü bir Tanrı olmalı. Ben Tanrı’yı ancak ve ancak Tanrı tanımlayabilir diyorum. Eğer onu tanıyacak kapasite ve potansiyelde olsaydık biz Tanrı’yı kapsayacak güç ve kudrette olurduk O zaman Tanrı’nın kudreti ve gücü nerede olurdu? Kur’an’da Tanrı kendini bizim sınırlı potansiyelimize sunarken merhametli olduğundan sevgi dolu olduğundan bahsediyor. Ancak bir sorun var bu tür duygular bile Tanrı tarafından yaratılmış olabilir. İnsan ile Tanrı arasında bu noktada ortak özellik olduğu kanaatinde değilim, hatta birçok konuda. Saidi nursi adlı islam bilginin düşüncelerine katılmasam bile bu konuda verdiği örneği beğeniyorum. Diyor ki: Bir sobanın aklı olsa yaratıcısının bizim gibi bir varlık olduğunu ne kadar anlatsanız da idrak edemezdi. Mesela yaratıcısı olan insanı da demirden oluşmuş, içinde ateş yanan, borusu olan biri olarak tasavvur ederdi. Tıpkı biz de bunun gibiyiz. Evreni yaratan -belki trilyonlarca evren var- hepsine, içinde ki tüm canlılara, tüm atomlara, tüm protonlara aynı anda hükmedebilen güçte bir Tanrı’yı tanımlayamamız bana bir teist olarak çok doğal geliyor. Tanrı iyi olan her şeydir diyebilirken merhametlidir diyebilir miyiz bilmiyorum. Çünkü merhamet duygusu evrimle beraber kazandığımız bir özellik. Tanrıyı zeus gibi insansı olarak düşünmek için bir sebebimiz yok. Madem Tanrıyı kapsayamıyoruz onu insan haline sokup kapsamaya çalışmak Tanrıya karşı yapılan büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
    “ilk neden’in varlığına ulaştıktan sonra, o ‘ilk neden’in nasıl bir şey olduğu konusuna nasıl atlayabiliriz?” demişsiniz. Tabii ki atlayabiliriz. Çünkü Tanrı varsa eğer bizim onu kapsayamayacağımızı bize mantığımız ifade ediyor. Tanrı’nın nasıl bir şey olduğunu tanımlayamamamız onu red etmek için yeterli bir kanıt oluşturur mu?
    “ilk neden”in herhangi bir şey olabileceğini söyleyebiliriz öyle değil mi ? O, Tanrı’dır” veya “o, herhangi bir varlıktır” demek arasında ne fark var? demişsiniz. İlk nedenin herhangi birşey olduğunu söylemek doğru değil. Peki , Niçin doğru değil? Çünkü İlk neden diye bir şey varsa bu iddia ile karşımıza çıkan tek varlık Tanrı. Tanrıyı tanımıyor olmamız onu herhangi bir varlık yapmaz. O zaten mevcut olduğu için ilk neden Tanrı dememiz için Tanrıyı tanımamıza gerek yoktur. Şöyle düşünün Tolga bu sitede yorum yapmış dediğimde sizi tanımama rağmen Tolga burada yorum yapmış diyebilirim. Bu sözü söylemek için sizi tanımama gerek yok. Tanımıyorum da sizi. Tanrı ilk neden diyebilmek için de Tanrıyı tanımaya gerek yok. Onun var olduğuna inanmak yeterlidir.
    “ilk neden”in varlığından, o “ilk nedenin” Tanrı olduğuna hatta bizzat sizin Tanrı’nız olduğuna nasıl ulaşıyorsunuz? demişsiniz. Bu noktada dinler üstü bir mantığım var. Tanrı varsa tek olmalıdır. Bu konuda bir şüphe içerisinde değilim. İlk nedenin Tanrı olduğuna sadece inanıyoruz. Bilimsel kanıtlara dayanmıyorum. Tanrıyı somut olarak size kimse götüremez. Zaten adı üstünde inanç. İnançlar bilimsel materyallerle kanıtlanamaz. Ayrıca Tanrı atomlardan da oluşmadığını (eğer Tanrı varsa) biz bilim sayesinde biliyoruz. Atomlar big bang olayından saniyeler sonra oluştu. Tanrı evreni yaratan ise o bu malzemelerin üzerindedir. Ama bugün bizim bilimsel bilgimiz bu evrenin fizik yasalarına yani atoma ve atomaltı parçacıklarına mahkumdur. Bilim o halde evrenin varsa evrenlerin ötesine henüz geçmediği için Tanrı olgusunu ispatlayamaz ya da çürütemez. Tanrıya bilimsel bilgiyle ulaşmak isterseniz bilimsel bilgimiz big bang ile yaratılan atomun ötesine henüz geçememiştir.
    “ilk nedenin” Tanrı olduğuna hatta bizzat sizin Tanrı’nız olduğuna nasıl ulaşıyorsunuz? sorunuza da şöyle cevap vereyim. Kur’an’a bakıyorum ve bilime bakıyorum. Bu konuda iki ölçütüm var. İkisinin zihnimde harmanlamasıyla Tanrı’nın Allah olduğuna inanmayı seçiyorum. Tevrat’ın tanrısı Yehova ve İncil’in RAB Tanrısı bana insansı bir tanrı olarak geliyor. Çok Tanrılı dinler ise bana baştan beri mantık dışı bir ihtimal olarak geliyor. Yani Kur’an’ın genelini incelediğimde onu göndereni Tanrı olarak kabul ediyorum.
    “Tanrı’nın varlığını kanıtlama iddiasında olan” diye bir cümle kurmuşsunuz. Tanrı’nın varlığı somut olarak kanıtlanamaz. Tanrı’dan geldiği söylenen kutsal kitapları inceleriz bize mantıklı tutarlı gelirse kabul ederiz. Başkalarına da önerebiliriz inancımızı. Ama asla Tanrı’yı ispatlama girişinde bulunmamalıyız. Bu mantıksız bir tavır olur. Ama Tanrı’nın olma ihtimalini kanıtlama çabasına girebiliriz ki. Bu ihtimal Tanrı’nın olmaması kadar güçlü olgulara sahip.
    “Tanrı’nızın tek tek tüm özelliklerini kanıtlamadıkça bir şeyi kanıtlamış olmazsınız.” düşüncenize de katılmam mümkün değil. Kara enerji hakkında pek bilgimiz yok ama var olduğunu biliyoruz. Kara enerjinin tüm özelliklerini tek tek kanıtlamadıkca kara enerjiye inanmam demek bana pek insaflı bir davranış olarak gelmiyor

  5. tolga tolga 29 Nisan 2017

    Cevaplarınız ve üslubunuz için teşekkürler. Kara enerjideki durum bana göre çok daha farklı bir durum. Orada; önce deneysel olarak böyle bir şeyin olması gerektiği sonucuna varılıyor daha sonra da “kara enerji var ancak eksik verilerden dolayı ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz” deniliyor. Ancak Tanrı konusunda önce merhametli, güçlü vs. Tanrı’nın varolduğu iddiası ortaya atılıyor daha sonra da haliyle bu iddianın kanıtlanması gerekiyor. Burada bir kanıtlama yapılacaksa tam olarak iddia edilen Tanrı’nın (yani ortaya attığımız iddiadaki Tanrı’nın) tüm özellikleriyle beraber kanıtlaması yapılmak zorundadır.

    Buradaki eleştirilerimde Tanrı kelimesini, direk bir varlığın ismi olarak değil de teistlerin varlığına inandığı bir kavram olarak kullanıyorum

  6. Fehmi Fehmi 29 Nisan 2017

    Sayın Tolga ben bir teist olarak diğer teistlerin Tanrı anlayışını kabul etmiyorum. Tanrı diye bir varlık varsa evreni o yaratmış olmalı. Şu halde o evrenin dışında bir varlık. Biz ise evrenin dışında olan hiçbir şeyin özelliğini bilmiyoruz. Biz big bang’ten sonra oluşan atomların ürünüyüz. Ancak atomdan oluşmayan bir “evren dışı” yerden söz edersek orada hangi yasalar var hangi özellikler var bunu insanoğlu henüz keşfetmedi. Tanrı güçlüdür, merhametlidir vb.. ifadeleri Tanrı için kullanmayı doğru bulmuyorum. Bu kelimeleri evrimsel süreçte biz türettik ve burada bahsettiğin kavramlar da (merhamet,güç) evrenimizde geçerlidir. Hatta evrende farklı gezegenlerde yaşam varsa ki var olduğuna inanıyorum merhamet diye bir duyguları olmayabilir. Bu kavram onlar için bile bir anlam ifade etmiyor olabilir. Bu kavramlar ve insani duygular Tanrı’yı kişileştirir ve onu atom dışı bir varlıktan çıkarır atomdan oluşan bir varlığa indirger.
    Sayın Tolga
    “Tanrı’nın varolduğu iddiası ortaya atılıyor daha sonra da haliyle bu iddianın kanıtlanması gerekiyor.” düşüncenizi dile getirmişsiniz. Ancak Tanrı bilimsel bir nesne olmadığı için kanıtlanamaz. Tanrı atomlardan oluşmaz. Bu yüzden onu somut olarak kapsayamayacağımız kannatindeyim. Ne matematik, ne de fizik onu tanımlayabilir. Çünkü elimizdeki bilimsel araçlar evrenin içinde geçerlidir. Evrenin dışında bizim bilimsel yöntemlerimiz aciz kalır. Tanrı’yı laboratuvarda inceleme isteği olan birçok insanı görüyorum ama bu Tanrı’yı deney faresine indirgeme onu fethetme isteğinin bilinç altına bir iz düşümüdür. Tanrı inancın, dini tabirle imanın(güven) konusudur.
    Peki, Tanrı’nın varlığından nasıl emin olabiliriz? Bu soruya daha önce de cevap verdim. Tanrı’dan geldiği iddia edilen 3 monoteist dinin kutsal kitapları var incelersiniz. Araştırırsınız. Aklınızdan ve kalbinizden onay aldıktan sonra ya inanmayı ya da inanmayı seçersiniz. Tüm olay seçim. İncil, Tevrat, Kur’an hatta birçok yöresel dini inceledim. Benim aklımı ve kalbimi doyuran Kur’an oldu. Bu bir seçim. Bilimsel olarak Tanrıyı kanıtladığım için değil Kur’an’ı tutarlı ve insan yapımı olmadığı kanaatine ulaştığım için tercih ettim. Bu bir seçimdi. Kur’an’a ve onun Tanrısı olan Allah’a güvenmeyi seçtim. Kur’an beni daha iyi bir insan olmaya zorluyor. Bu hem benim için hem toplum için güzel bir sonuç.

    Siz benim aksime Tanrı kanıtlanabilir olmalı diyorsanız: Tanrıyı bilimsel olarak incelenebilir olduğunu iddia etmiş olursunuz ki o halde ben de size şunu sormak isterim bilim bir iddia’nın yanlış olduğunu da ispatlayabilir. Tabi incelenebilir nesneler için. Mesela ben suyun içinde sülfür vardır dersem bilim devreye girecek suyun iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluştuğunu söyleyecek ve beni çürütecek. Yani bilimde yokluk da ispatlanabilir. Tabii dediğim gibi eğer incelenebilir somut verilerden bahsediyorsak. Siz Tanrı’yı kanıtlamamı isterseniz benden Tanrı’yı bilimsel incelemeden geçirmemi istiyorsunuz demektir. Ben bunu Tanrı’ya yapılamayacağı kanaatindeyim. Ama bu şu demektir: Siz Tanrının incelenebilir, kanıtlanabilir veya çürütülebilir olduğunu düşünüyorsunuz. Şu halde bende sizden aynı talepte bulunabilirim. Tanrının olmadığını kanıtlayın diyebilirim. Sizden bunu istemem saçma olurdu. Çünkü Tanrı incelenebilir, gözlemlenebilir bir nesne değil.

    “Tanrı’nın (yani ortaya attığımız iddiadaki Tanrı’nın) tüm özellikleriyle beraber kanıtlaması yapılmak zorundadır.” demişsiniz. Dediğim gibi Tanrı’nın herhangi bir özelliğinin insan tarafından anlaşılması zannımca mümkün değildir. Mesela Kur’an’da şöyle bir ayet var:
    “Daha sonra onu yaratılış amacını gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak kendi ruhundan üflemiştir; derken sizi hem işitme ve görme, hem de duygu ve düşünce yetenekleriyle donatmıştır: ne kadar da azınız şükrediyor.”(SECDE 9)
    Bu ayeti ben şöyle yorumluyorum. Tanrı atalarımız Homo sapienslere ruhumdan üfledim dediği ne olduğunu tanımlayamadığımız bir dokunuş gerçekleştiriyor. Ve evrim basamağında homo sapiensten modern insana dönüşümüz gerçekleşiyor. Duygu ve düşünce yetenklerini Tanrı’nın ruh üfleme olayından sonra homo sapienslere verdiğini ifade eden bu metin bana şunu öğretiyor: Duygu bile yaratılmış. Tanrı merhametlidir deyip Tanrı’yı fethettiğini sanan tesitler olabilir. Ancak merhamet bir duygudur ve duyguların bile yaratıldığı Kur’an’dan öğreniyorum. Benim bu ayetten anladığım bu.

  7. kosembol kosembol 25 Temmuz 2018

    Bazen Ben De Bazı Şeyleri Anlamakta güclük Çekiyorum.

  8. Aysun Aysun 22 Eylül 2018

    Yaratılan, Tanrı olmaktan çıkar. Allah yaratılmaz, O hep vardır ve hep var olacaktır. Bunun aksini söyleyenler; Allah’ın kudretini, büyüklüğünü, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu, her şeyi yaratan ama yaratılmamış olan bir İlah olduğunu idrak edemeyenlerdir, Allah’ın sıfatlarını bilmeyenlerdir, büyüklüğünü anlamayanlardır.

susema için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir