"Enter"a basıp içeriğe geçin

Biraz Hayal, Biraz Aşk, Merhaba!

Kendime not: Bu yazı, zaman zaman karaladığım birkaç yazının birleşimi. O yüzden biraz karışık olabilir ve o günlerde hissettiklerimi bugün hissetmiyor olabilirim.

Az önce bir kitap okudum. Daha başındayım. Öykü, hikaye, roman ya da başka bir şey yazmak isteyip de başından geçmedikçe bunu yapamadığını söyleyen bir yazardan bahsediyor. Daha ilk sayfasında kendime benzettim. 2. paragrafında şöyle bir şey vardı:

Ufku hiç değişmeyen, başından hiçbir olağanüstülük geçmeyecek bir ömrün, sanki bir hapishanede yavaş yavaş tükenmesi… Zavallı bir memleketin kaldırımlarına çivilenmek; üstelik yanı başında Tuna aksa bile. Tanrım, bundan daha kötü ne olabilir? Dünya o kadar değişik manzaralarla dolu ve ruhumuz görkeme o kadar susamışken!

Aklımdaki düşünceleri başka insanların güzel ifadelerinde görmek bende her zaman hayranlık uyandırmıştır. Evde olsam muhtemelen bu fikir üzerine kitabı bırakır yürürdüm. Sevdiğim bir fikir olunca öyle yapıyorum. İşi gücü bırakıp yürüyorum. İçimdeki heyecanı o şekilde yaşıyorum. Sanırım güzel bir kitap olacak (bu satırları artık bitirdiğim bir kitaba başlarken yazmışım, evet harika bir kitaptı).

Dünya bu kadar güzelken, bu kadar çeşitliyken, değişikken, güzellikleri bu kadar farklı dağıtılmışken ve insanları da aynen bu özelliklere sahipken; herhangi bir yere saplanıp kalmış insanları anlayamıyorum ve o insanlardan olmak istemiyorum. Hayatım izin verdiği sürece gitmek istiyorum. Bana kalırsa insanları ve yerleri tanımak için 1 sene bile çok. Ruhum bir gezginin ruhunu taşıyor. Özgürce uçmak istiyor. Sevgili insanlar sizin zorunuz nedir? Topuğunuzdan mı çivilendiniz bu topraklara?

Hayat kısa,
Biraz hayal,
Biraz aşk,
Ve sonra merhaba..

İnsanlar olarak biz tam olarak ne istiyoruz anlamıyorum. Bizleri ne tatmin eder? Gerçekten ne tatmin eder? Sürekli memnuniyetsiz bu halimizden hoşlanmıyorum. Hayat çok basit değil mi? Geceleri uyuyup gündüzleri yaşayacağız. Biraz hoş sohbet, biraz yeme içme, biraz gezip tozma. Biraz kitap okuma. Biraz düşünme. Hiç kimseyi kötü bir duruma düşürmeme, hiç kimseye kötülük yapmama, iyilik yapamıyor olsak bile birine zarar vermeme, en azından, onlarla biraz dayanışma. Biraz iyilik, bir şeyler öğrenme, öğretme, yeni insanlarla tanışma, yeni fikirler edinme. Falan.. Hepsi bu. Neden böyle içinden çıkılmaz hale getirdik ki biz bu işi? Kendime kızıyorum, sadece kendime.

Kur’an’ı okurken dikkat ediyorum. Cehennemliklerden bahsederken bizim diğer insanlarda gördüğümüz o devasa ve bi türlü kabul edemediğimiz yanlış inanışlarımıza saplanıp kalmamış Allah. Onun için aşılmaması gereken birkaç sınır var. Yaratıcı olarak kendisini kabul etmemizi, ahirete iman etmemizi ve sonra da iyi işler yapmamızı istemiş. Çünkü geniş açıdan bakıyor. Bense insanlar bir şeyi yanlış biliyor diye öfkelenebiliyorum, bu beni mutsuz edebiliyor. Bu ne saçmalıktır? Bırakalım da insanlar bu hayattan anlayabildikleri gibi yaşayabilsinler. Herkes bu dünyanın çok güzel bir rengi. Fikirler kavga sebebi olmamalı. Bu konuda kendime çeki düzen vereceğim.

Bu arada ahiretten söz etmişken, artık ahirete imanın neden bu kadar vurgulandığını daha iyi kavrıyor gibiyim. Birçok ayette olmazsa olmaz emir şu şekilde tekrar edilir: Allah’a ve ahirete imanın ardından iyi işler yapıyor olmak. Dikkat edin, “iyi insan olmak” değil, “iyi işler yapmak.” Çünkü bu din pasif bir iyiliği değil, mutlaka aktif bir iyiliği emrediyor. Ahiret dediğimiz şey, sanıldığı gibi sadece ölümden sonrası değildir. Asıl anlamıyla ahir, “bundan sonrası”dır. Yani tam da şu andan sonrası. Şu an verdiğimiz karar, bizi hemen iyi şeyler yapmaya yöneltmelidir. Bu yüzden ahirete iman bu kadar önemlidir: Çünkü hayatın her yeni ânında, ahiret çoktan başlamış olur.

Bana göre kibir; insanın, kendisini iyi gördüğü alanlarda başkalarını küçümsemesidir. Bazen böyle hissediyorum. Özellikle dini konularda. Kendimde düzeltmem gereken çok şey var.

Dünyada ölmelerini istemediğim tek insanlar birilerine bakma yükümlülüğü bulunan insanlar. Diğer herkes ölebilir. Hiç kimse, hiçbir büyük zeka, hiçbir güzellik, hiçbir iyilik bir şahsiyete bağlı değildir. Her güzelliği, her iyiliği, her olağanüstü keşfi yapacak birileri her zaman olacaktır. Sorun şu ki iyilikleri yapanlar neden biz olmayalım? Onlar iyiliklerde yarışırlar (Mü’minûn 61). Hayat bize bazı fırsatlar sunuyor. Yaşam başlı başına bir fırsatlar bütünesi. “Biz insana yeteri kadar zaman vermedik mi?” (Fâtır 37). Evet, verdin Allah’ım. Bu kadar zaman birçok şeyi çözmek için yeter olmalıydı, yeterliydi. Yaşam yanlışları düzeltmeye ve iyilikleri yapmaya yetecek kadar uzun. Belki de yalnızca bunlar için uzun.

Bazen yaşamam gereken her şeyi yaşamışım gibi geliyor. Bunu söylediğimde de sanki Allah hemen canımı alacakmış gibi bir korkuya kapılıyorum ama Allah’ı biraz olsun bildiğimden korkum geçici. Oysa hâlâ yaşamak istediğim şeyler var. Düzeltmem gereken şeyler olduğunu biliyorum. Niyetim daha iyi bir insan olmak.

Yalnızlığı seviyorum. Başkaları hayatıma girdiğinde, kendi hayatımdan fedakârlık ediyormuşum gibi hissediyorum. Kendimden vermek istemiyorum. Kim olursa olsun; ister sevgili, ister kardeş, ister anne-baba, ister arkadaş.. Bu bencillik mi? Evet. Ama sonra kendime soruyorum: Madem öyle, bu dünyayı hak etmiyormuşum, bu toplumun bir parçası olmamalıymışım gibi de geliyor. Yine de aklımdaki soru değişmiyor: İnsan ille de kendini tüketerek mi yaşamak zorunda başkalarıyla?

Allah’ın yasalarından bana en sevimsiz geleni, sanırım evlilik. Kendi hayatıma uygun görmüyorum. Toplum için uygun olabilir ama bana göre değil. Sonuçta amaç, bu hayatı olabilecek en güzel şekilde geçirmek. Evlilik bu yolda bir araç; tıpkı çocuk sahibi olmak gibi. İnsanların çoğu tek başlarına ayakta kalamazlar. Yalnızlık toplumun çoğunluğu için ölümcül olabilir. Allah, insanların tek başlarına yaşayamayacaklarını bildiği için onlara böyle bir hediye vermiş. Çünkü birçok aileden, birçok insandan “çocuğu” çekip çıkarırsanız geriye büyük bir boşluk kalır. Çocuklar ve aile, o boşluğu doldurur; insanı tüketici bir yalnızlıktan korur.

Bana gelince.. Bütün evliler gözüme mutsuz ve umutsuz görünüyor. Hiçbirinin gerçekten mutlu olduğuna inanmıyorum. Çoğunun hayatını iki gün bile sürdürebileceğimi sanmıyorum. Muhtemelen başlangıçta güzeldir. İnsanları cezbeden de o başlangıçtır herhalde. Peki ya sonra?

Yine de açık bir kapı bırakmak isterim. Belki evlilik, insani gelişimini tamamlamış ve yalnızlığını doldurma ihtiyacı duymayan kişiler arasında güzel olabilirdi. Anlatabildim mi bilmiyorum. Fakat neyi kast ettiğimi biliyorum; daha fazlasını açıklamaya gerek duymuyorum.

Kalbim kırılmıştı son günlerde. Her şey çabucak geçiyor. Bu kadar çabuk geçmesi bile trajik geliyor bana. Yalnızlık bazen güç veriyor, bazen ağlatıyor. Hayatımın gizemli kalmasını isterdim, sadece benim ve Allah’ın bildiği bir sır gibi. Ama bu da başka bir açıdan rahatsız edici: Şahitlerin olmaması daha mı iyi hissettirirdi beni gerçekten?

Bugün insanları seviyorum. Onlara sarılmak isterdim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir