Not 1: Yazı çok uzun olacağı için 2 bölüme ayırmak zorunda kaldım. İlk bölüm mucize kavramını ve peygambere mucize verildi mi sorusunu ele alacak. 2. bölüm Kur’an’da mucize olarak görülen durumların gerçekte neyi ifade ettiğini inceleyecek.
Not 2: Kur’an’da mucize anlamında mucize kelimesinin kullanılmadığı yazdım ama bazı ayetlerin mucize olarak çevirisini kabul ettim, çünkü insanların mucize istekleri bu anlamda.
Şunu belirtmekte fayda görüyorum. Niyetim yazayım da insanlar doğru yolu bulsun değil. Bu beyhude bir davranış. Hidayete erdiren ben değilim. Ne İslam’ın koruyucusuyum ne de Kur’an’ın. Kişi isterse (bu çok önemli) Allah tarafından hidayete erdirilecek. Ayrıca söylediklerimi düşünmeden gerçek kabul etmeyin. Aklınızı kullanmadan kabullendiğiniz her fikirden sorumlusunuz.
Kur’an’ı bütünüyle ele almak gerekir. Bir konuda hüküm verilecekse Kur’an’ın tamamına hakim olmak bir zorundalık. Kur’an’da hiçbir konu bir yerde başlayıp bir noktada bitmez. Bu, Kur’an’ın metodudur. Öyle ki bazen 1 ayet için bile tüm Kur’an’a bakmak zorunda kalabiliriz, aslında olması gereken budur. Kur’an aynı zamanda kendisinin açıklayıcısıdır. Bir yerde kullanılan kelimeleri başka ayetlerde kullanırken önceki sözlerin açıkladığını görürsünüz.
Kur’an’ın herhangi bir ayetinden hareketle, “Allah her şeye kadir değil mi, O isterse her şey olur, sihir de olur mucize de olur” mantığı Kuran’ı katleder. Böyle bir durumda hiçkimsenin söylenen hiçbir şeye karşı çıkmaması gerekir ve Kuran’a isnad edilemeyecek hiçbir fikre hayır deme hakkımız olamaz. Varsa fikriniz ve bunu Kur’an ile delillendiremiyorsanız -bütününe aykırı olmayacak şekilde- Kur’an’i noktada susmanız yerinde olur.
Önce birkaç mantık çıkarımı yapalım. Konuya geçeceğiz. Ahzab 62 der ki;
Allah’ın daha öncekiler için geçerli olan uygulaması budur ve sen Allah’ın sünnetinde (uygulamasında, kanununda) hiçbir değişiklik bulamazsın.
Allah’ın sünneti; Allahın nizamının, sisteminin değişmezliğini ifade eder. Fizik kanunları gibi. Bu ayetten Allah’ın prensipleri olduğunu çıkarabiliriz. Aynı ayet dün ve bugün arasında Allah’ın uygulamasında hiçbir değişiklik olmadığını anlatır. Yani eğer dün kuşları anlamak mümkün olsaydı bugün de kuş dilini anlamamız mümkün olurdu. Dün, doğaüstü herhangi bir olay gerçekleşiyorduysa bugün de gerçekleşirdi. Biliyorsunuz ki O zamanın dışındadır ve istekleri zamana bağlı değildir. Kur’an’ın değişmemiş olması ve tüm zamanlar için geçerli kitap olması bu söylediğime delil olsun.
Allah kendi koyduğu prensiplere ilk kendisi uyar. Tüm fizik kanunlarını kendisi koydu ve yarattığı muhteşem sisteminin işleyişini kimse için değiştirmediğini bizzat peygamberden öğrendik. Düşünün, Dünya ya da Ay bulundukları yörüngeden 1 cm kaysalardı bu bizim için felaket olurdu (Evren genişliyor ve Ay, Dünya’dan uzaklaşıyor. Burada kastedilen Ay’ın yörüngeden çıkması ya da insanların düşündüğü gibi Ay’ın mucizevi şekilde birbirinden ayrılması). Bazılarınız “Allah her şeyi olduracak güçtedir” der. Şüphesiz Allah her şeyi yapacak güçtedir, mesele şu ki Allah böyle bir şeyi yapmaz. Ayetini değiştirmez çünkü her şeyi, tüm bu evrendeki her sistemi ve muazzam işleyişi bizzat kendisi bir mantık – sebep sonuç – kanun- sünnet ne derseniz adına – üzerine oturttu. O, yaptığı her işi mantık ve kendi koyduğu kanunların üzerine yerleştirir ve sonuna kadar o kanunlara göre hareket etmesini sağlar. Herhangi biri için kendi koyduğu kurallara göre işleyen sistemi kısa süreliğine değiştirmez. Bakın Enam 35 ne diyor:
Eğer onların yüz çevirmeleri ağırına gidiyorsa ve senin de yeri oymaya ya da göğe merdiven dayamaya gücün yetiyorsa, haydi bunu yap da bir mucize getir bakalım! Oysa ki eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere buluştururdu (ama dilemedi). Öyleyse, sakın (Allah’ın yasasını) bilmezden gelme!
“Allah dileseydi bir ayet gönderir de kimse itiraz edemezdi“, bu ayet “Allah böyle bir şeyi dilemedi ve insanların inanması için bu yola başvurmadı” anlammına gelir. Aklınızı kullanın ve sorulara o şekilde cevap verin. Birilerinin söylediği gibi din sorgulanamaz değildir, Allah’ın istediği sorgulayan insan tipidir. Bunu tüm Kur’an’dan görebilirsiniz. “Helak olan bir delille helak olsun, dirilecek olan da bir delille dirilsin diye.” (Enfal 42). “Eğer dediğiniz gibi ise delilinizi getirin” (Bakara 111).
Kuran’da ilkeleri olan bir Allah var ki sözlerini bile yeminlerle (aslında ayetlerle, işaretlerle) delillendirir. Allah’ın ilkesi delil ve veriler üzere söz söylemek iken mucize kavramı neyin sözüdür? Zanla konuşan, köksüz gövdesiz, delile ihtiyaç duymayan bir söz. Kur’an’da kökü yere sağlam basan sözler övülür. İbrahim 24, “Güzel söz, kökü yerde, dalları gökte bir ağaca benzer” ayetiyle bir sözde aranması gereken ilkeyi görürüz. Söz, delilleriyle yere sağlam basar.
Özetle; ayete göre mucize varsa ve “Allah zamanın dışında” ise dün olan bir şeyin bugün de olmaya devam etmesi gerekir. Çünkü başlangıçtan bu yana Allah’ın ayetlerinde bir değişme bulamazsınız.
Yine kendi inançlarınızı bir kenara koyup mantığınızla cevap verin: Kur’an bugün yaşanması mümkün olmayan ve bugünün yaşam şartlarına bir katkısı olmayacak olağanüstü olaylara yer verir mi? Kur’an bomboş bilgi güç gösterisi kitabı mıdır? Dahası insanları tembelleştirecek, çalışma güçlerini ellerinden alacak bir sistem neden var edilmiş ve övülmüş olsun? Öyle ya kendisine dua edince “Ol deyip oluverdiren” bir Tanrı anlayışı varken çalışmak, çabalamak, zorluklara katlanmak neden? Ayetin aslı şudur bu arada: “Bir işin olmasını murad ettiğinde, ona sadece “ol” der ve o da hemen oluş sürecine girer” (Bakara 117). Allah’ın yaratması dahil her şey bu sürece dahil. Umarım bir gün sebep sonuç amaç ile yaratılmanın mucizelerle yaratılmaktan çok daha mükemmel bir sistem olduğunu kavrarsınız.
Buraya kadarki anlatımlardan şu çıkarımlarda bulanabilir miyiz?
- Şu an ulaşabildiğimiz evrende fizik yasaları dışında gelişen bir olay yaşanmıyor. Öyleyse geçmişte de böyleydi, gelecekte de böyle olacak.
- Kur’an, yaşayan bir olgu olduğuna göre bugün bizim yaşayamayacağımız ve bizden sonrakilerin yaşayamayacağı olağanüstülüklerden bahsetmemelidir. Bugün, Kur’an’da anlatılan her şey bizlerin de gözlemeyebileceği fizik kanunlarından ibaret.
Gelelim “mucize” kavramına (bu kavrama ilişkin verilen bilgiler kaynaklarda belirttiğim siteden alıntı).
Kudret’in karşıtı olan “acz” kökünden if’al babında “i’caz” mastarından türetilen bir ism-i fail olarak “âciz bırakan, karşı konulamayan, benzeri yapılamayan, hârika” anlamında bir terim. Kur’ân-ı Kerim’de, “mucize” kelimesi hiç geçmez (Bknz: “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık (Enam 38)”). Bunun yerine, “âyet, âyât, beyyine, delil ve delâil” kelimeleri kullanılmış. Âyet; belli olan bir alâmet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. O halde genel olarak mucize ya bir işaret, delil ve ispat manâsına veya “ilâhî bir haber” yahut “tebliğ edilen kelâm” anlamına gelir. Mucizeler; insana söz bırakmayan, insanı aciz bırakan olaylardır. İnsanlar, mucizeler karşısında dilsizdir, söz hakları yoktur. Mucizeler, insanları inanmak zorunda bırakır. İnsanlar, mucizeler karşısında hür iradelerini kullanamazlar. Seçim yapamazlar. Yalnızca inanırlar.
Kavram “a-ce-ze”kökünden türemiş olup Kur’an bütününde bu kavram kökünden türemiş kelimeler ve kullanıldığı yerler aşağıdaki şekildedir
- E’ACEZTÜ; Maide 5/31 karganın ölüyü gömmesini gören Kabil’in, “Bu kadarını da akledemiyor muyum? Bu kadar aciz miyim?” anlamındaki serzenişini anlatıyor.
- VE LEN NU’CİZEHU; Cin 72/12 “Allah’ı aciz bırakamayacağız” anlamında kullanılmış,
- Lİ YU’CİZEHU; Fatır 35/44 “Allah’ı aciz bırakamayacağız” anlamında kullanılmış,
- LA YU’CİZÛNE; Enfal 8/59 “Bizi aciz bırakamazlar” anlamında kullanılmış,
- A’CUZUN; Hud 11/72, Zariyat 51/29 “İhtiyar/aciz kocakarı” anlamında kullanılmış,
- A’CUZEN; Şuara 26/171, Saffat 37/135 “Geride kalan acuze kadın” anlamında Lut Peygamberin karısı için kullanılmış,
- E’CÂZU NAHLİN; Kamer 54/20, Hakka 69/7 “Kökünden ayrılmış, Hurma kütüğü” anlamında kullanılmış,
- Fİ AYATİNA MU’CİZÎN; Hac 22/51, Sebe 34/5, 38 “Ayetlerimizi etkisiz bırakmak” anlamında kullanılmış,
- FE LEYSE Bİ MU’CİZİN; Ahkaf 46/32 “Aciz bırakacak değildir” anlamında kullanılmış,
- Bİ MU’CİZÎN; Enam 6/34, Tevbe 9/2, 3, Yunus 10/53, Hud 11/33, Ankebut 29/22, Zümer 39/51, Şura 42/31 “Allah’ı aciz bırakamazsınız” anlamında kullanılmış.
Bu kavram, Kur’an’da yukarıda bahsedilen genel kabul görmüş peygamber mucizeleri anlamında hiç kullanılmadı. Genelde “ayet” ve “beyyine” kavramlarının bu anlama gelmemesine rağmen “mucize” anlamı verilerek çevrilmesi bu kavram üzerine yeniden düşünülmesini zorunlu kılıyor. Allah hayata her an müdahildir ve bunu fizik kanunları ile hiç sekmeden yapar ama mucize kavramı Allah’ın hayata aktif müdahalesini devre dışı bırakıp Allah ile kulu arasındaki bağı kesmek için ortaya atılmış gibi görünüyor. Sanki Allah ara sıra olaylara müdahale edip elini hayattan geri çekiyormuş gibi bir izlenim bırakıyor.
Aslında bazı meseleleri birkaç ayetle açıklamak yeterli olmalıydı ama zihinler bulanık ve önümüzde olanı göremiyoruz.
Hz. Muhammed’e Mucize Verildi mi?
“Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık (Enam 38)”. Her şeye tastamam yer veren kitaba aklımız öncülüğünde soralım: Hz. Muhammed’e mucize verildi mi? Cevap:
Yoksa onlar, meleklerin kendilerine görünmesini mi bekliyorlar yahut Rabb’inin veya O’ndan bazı işaretlerin? (Ama) Rabb’inin (kesin) işaretlerinin ortaya çıkacağı gün iman etmenin, daha önce inanmamış yahut inandığı halde bir hayır yapmamış olan kimseye hiçbir yararı olmaz. De ki: “Bekleyin (öyleyse Ahiret Gününü) bakın, biz (mümin)ler de bekliyoruz!” (En’am 158. )
Aynı ayete (En’am 158), “Mucize isteyen insanların istekleri kabul edildi mi yoksa geri mi çevrildi” diye sorup cevabı bir daha okuyun. Cevap kuşkuya yer bırakmayacak şekilde reddedildiği yönünde. “Peygamber merkezli bir din”i Kur’an onaylamaz. “O, size melekleri ve Peygamberler’i Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kafir olmayı mı emredecek?” (Ali İmran 80)
Hz. Muhammed’e, peygamber ve diğer birçok peygamberden türlü mucizelerin istendiği Kur’an’da bildirilmesine rağmen, Kur’an bu isteklerin kabul edilerek onlara istedikleri mucizelerin verildiğinden bahsetmez, aksine mucize isteklerinin geri çevrilmesinden bahseder. Yine de onlara -düşündükleri peygamber tanımına uymadığı için- Kur’an’a rağmen yüzlerce mucize atfedildi. Şu ayetleri okuyun ve peygamberimize (tüm peygamberler peygamberimizdir bu arada) hala Kur’an dışında bir mucize verildiğini söyleyin!
Rabb’inden bize bir mucize getirseydi ya, derler. Onlara, önceki kitablarda bulunan belgeler gelmedi mi? (Taha 133)
Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! (Furkan 7, insanlardan bir farkı olmaması eleştiriliyor).
Nitekim demişlerdi ki: “(Ey Muhammed!) Bize yerden kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Veya senin hurma ağaçlarıyla ve asmalarla dolu bir bahçen olmalı; dahası onların arasından gürül gürül ırmaklar çağlatmalısın. Ya da sürekli iddia ettiğin gibi göğü başımızda paralamalı ve nihayet Allah’ı ve melekleri getirip karşımıza dikmelisin. Veyahut da senin altından bir köşkün olmalı ya da semaya çıkmalısın; fakat semaya çıkman durumunda (dahi) oradan bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de sana inanmayacağız.” De ki: “Kudret ve yüceliğinde sınır bulunmayan sadece Rabbimdir; ben, fani bir elçiden başka neyim ki?” İşte, kendilerine doğru yol bilgisi geldiği zaman insanları ona inanmaktan alıkoyan şey, sadece şöyle akıl yürütmeleriydi: “Ne yani, şimdi Allah fani bir insanı mı elçi olarak gönderdi?” Onlara de ki: “Eğer yeryüzünde salına salına dolaşanlar melekler olsaydı, elbet Biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsra 90-91-92-93-94-95)
Ve sen onlara istedikleri ayeti getirmediğin zaman hemen derler ki: “Onu (Rabbinden) almak için çabalasaydın ya!” De ki: “Ben yalnızca Rabbimden bana vahyedilene uyarım: Bu (vahiy) Rabbiniz katından gelen bir bilinç kaynağıdır; inanacak bir toplum için de kapsamlı bir doğru yol haritası ve bir rahmet pınarıdır.” (Araf 203)
De ki: “Size ben ne ‘Allah’ın hazineleri bana aittir’, ne de ‘Gaybı ben bilirim’ diyorum; yine size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum: Benim görevim, sadece bana bildirilene uymaktır!” De ki: “Hiç görmeyenle gören bir olur mu? Siz hala düşünmeyecek misiniz? (Enam 50)
O halde, (ey Peygamber, sırf inkarcılar hoşlanmıyor diye ve) onların “Niçin ona (gökten) bir hazine inmedi” ya da, “(niçin) onunla (gözle görülebilen) bir melek gelmedi?” diye söylenmelerinden ötürü yüreğin daralıyor diye sana vahyedilen mesajın bir kısmını göz ardı etmen hiç doğru olur mu? (Unutma ki,) sen sadece bir uyarıcısın; Allah ise her şeyin üzerinde gözetici olarak bulunuyor. (Hud 12)
Doğrusu, senden önce de elçiler göndermiş, onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Allah’ın izni olmaksızın bir peygamberin (kendiliğinden) bir mucize getirmesi olacak şey değildir; (kaldı ki) her dönemin, (kendine has) bir mesajı vardır. (Ra’d 38)
Bir de kalkıp, “Rabbinden ona mucizevi bir belge indirilmesi gerekmez miydi?” dediler. De ki: “Tüm mucizevi belgeler Allah katındadır; ben ise yalnızca açık ve net bir uyarıcıyım.” (Ankebut 50
Ne yani! Şimdi bu ilahı kelamı, kendilerine iletmen için sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Elbet bunda, inanancak bir toplum için tarifsiz bir rahmet ve ilahi bir uyarı zaten vardır. (Ankebut 51)
Bir de inkarda ısrar edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilmesi gerekmez miydi?” diyorlar. Unutma ki sen sadece bir uyarıcısın: ve her topluluğun bir hidayetçisi zaten bulunmaktadır. (Rad 7)
Biz bu Kuran’da insanların önüne her türlü örnek olayı koyduk. Eğer sen onlara karşı istedikleri bir ayeti getirmiş olsan dahi, o kâfirler: “Siz ancak, batıl iddialar peşindesiniz” derler. (Rum 58)
Doğrusu Biz, senden önce de sayısı belirsiz elçiler göndermiştik; onların kimisinden sana söz ettik, kimisinden sana hiç söz etmedik. Ama şu kesin ki, hiçbir elçi Allah’ın izni olmadan mucizevi bir mesaj getiremez. Nitekim Allah’ın emri geldiği zaman, hak tecelli etmiş olacak; işte o anda ve orada, hayatı anlam ve amacından yoksun bırakanlar hüsrana uğramış bulunacaklar. (Mu’min 78)
(Ey Peygamber!) De ki: “Ben de yalnızca sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor: Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan af dileyin!” Yazıklar olsun Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlara! (Fussilet 6)
(İnsanların bir kısmı, ulaştırdığın mesaja) inanmıyorlar diye (üzüntüden) neredeyse kendini tüketeceksin! Eğer dileseydik onlara semadan öyle bir belge indirirdik ki, onun karşısında (mecburen) boyun büker, baş eğerlerdi. (Şuara 3-4) (ama bunu dilemedik!)
Bu ayetlerden, peygamberden istenen mucizelerin reddedildiğini anlıyoruz. Anlamayanın önyargı ve önkabulleri aklını alt etmiştir. İnancı, Kur’an’ın da önündedir ve inandığı akıl dini değil, Kur’an’da eleştirilen ana baba dinidir, şimdiye kadar öyle görmüştür. Öyle gördüğü için öyle inanacaktır. İçinde hiçbir akıl kırıntısı yoktur.
Kur’an’a göre böyle iken onlar güya Hz. Muhammed’e mucize atfederek O’nun değerini artırdıklarını zannediyorlar. Onlara göre peygamber herhangi biri olamaz, muhakkak ki olağanüstü (insanüstü) olmalı ki onu takip edemesinler. Kur’an peygamberin ahlakını överken onlar peygambere “o peygamber, o seçkin, o bizden üstün yaratılışlı, biz onu takip edemeyiz, onun kadar erdemli ahlaklı olamayız” demek için kendilerine yol yapıyor ve böyle inanıyorlar.
Bu ayetlerden peygamberin sadece uyarıcı bir peygamber olduğunu, O’nun mucize getirmeye gücünün yetmediğini, Kuran’ın kendi başına mucize adına yeterli olduğunu görüyoruz. Bu ayetler gibi diğer bütün ayetlere baktığımızda peygamberimize Kur’an dışında bir tek mucize verilmediğini göreceğiz.
Devam edelim. İsra 59:
Öncekilerin onları yalanlamış olması bizi ayetler göndermekten alıkoymadı. Örneğin; Semud’a dişi deveyi açıkça vermiştik. Fakat ona haksızlık ettiler. Biz ayetleri yalnızca uyarı amacıyla göndeririz.
Not: Bu ayeti, yazıyı ilk yayımladığımda ben de geleneksel çevirilerin etkisinde kalarak öncekilerin çevirdiği gibi çevirmiştim.
Geleneksel çeviriler ayetteki “Ma” harfini olumsuzlaştırıcı harf olarak anlamak yerine onu “şey” olarak anlamışlar. Geleneksel çevirilere göre, daha önceki toplumlara mucizeler gönderen Allah bu geleneği devam etmeye niyetli imiş, ancak mucizelerin beklenen etkiyi göstermediğini gördükten sonra artık göndermekten vazgeçmiş! Bu anlayış Kuran’daki tanımlanan Tanrı’nın sıfatlarıyla çelişir. Hz. Muhammed’e daha önceki elçilere verilenlerin bir benzeri mucize verilmedi, ancak kendisine eşsiz bir delil olarak dünyanın sonuna kadar tüm kuşakların tanık olabileceği bitmez ve tükenmez ayetler içeren bir kitap verildi. Bknz 29:51. Ayrıca 7:73; 26:155; 54:27; 91:13.
Ayrıca peygamberimize Kur’an dışında mucize verilseydi yine de inanmayacaklardı:
Şimdi kendilerine bir mucize gösterilmesi halinde bu vahye iman edeceklerine dair var güçleriyle yeminler ediyorlar. De ki: “Tüm mucizeler Allah katındadır!” Ve farkında değil misiniz ki onlara bir mucize gelmiş olsaydı dahi yine de inanmazlardı. (Enam 109)
Kur’an her zaman olduğu gibi yol gösterici olduğunu bizlere gösterdi, ne var ki insanların çoğu Kur’an’ı okuyup anlamak yerine duvara asmayı, diriler yerine ölülere okumayı, anlamak yerine güzel okumayı tercih etti. Hal böyle olunca Kur’an’a aykırı batıl inançlar gerçeklerin yerini aldı. Peygamberin ayı ortadan ikiye yarması, O’nun sünnetli doğması, O doğunca bin yıllık ateşin sönmesi, göğe kaldırılıp namazı beş vakite indirmesi, O’na şefaat yetkisinin verilmesi, helal-haram hükmünü belirlediğine inanılması, Allah’ın habibi olarak görülmesi, O’nun için kainatın yaratılması, otuz erkeğin cinsel gücüne eşit güçte olması gibi yüzlerce hurafe insanlara mucize olarak yutturuldu, isteyerek ya da istemeden. İyi niyetle ya da kötü niyetle.. Sonuçta, Kur’an’dan ayrı bambaşka bir din oluşturuldu.
Peygamberin görevi sadece Kur’an’a dayanarak insanları uyarmakken (Enam 19), Allah’tan çekinen insanlara öğüt vermekken (Kaf 45), insanlar hüneri sakala cübbeye, sağ elle yemek yemeye verdiler. Dine karşı din. Elbette yapılanlar karşılıksız kalmayacak:
Ve elçi dedi ki: “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktı.” (Furkan suresi 30)
Her neyse. Mucize verilmesi bir elçinin değerini artırır, verilmemesi değerini düşürür demek değildir, bunu anladık varsayıyorum. Peygamberin görevi de uyarmaktır, mucize getirmek değil.
Peki Kur’an’daki (yanlış anlaşılan) ayetleri nasıl değerlendirmeli? Eğer Kur’an’da mucize isteyen her kavmin reddedildiğine dair bilgiler okuyorsak yapmamız gereken öncelikli iş bu ayetleri yanlış anladığımızı kabul etmek. 2. iş ayetlerin ne söylemek istediğini bulmak.
Yazının 2. bölümünde bu konuları ele alacağım. Selametle.
Bir yanıt yazın