Alternatif başlıklar: Kader: Zorunluluk mu Sorumluluk mu? Yazgı mı Seçim mi? Bilinen Bir Geçmiş mi Belirlenen bir Gelecek mi? Yazgı mı Seçim mi? Bence ortalama akıl sahibi bir insan için sadece bu başlıklar bile yol göstericidir deyip başlayalım.
Diğer tüm batıl inanışlar gibi; insanı pasif halde bırakan ve köşeye sıkıştıran, hiçbir şey yapmadan sabretmesini öğütleyen mevcut kader anlayışı da elbette ki peygamberin vefatından sonra uyduruldu. Yaklışık 50 yıl sonra. Hangi güç otoriteleri hangi nedenlerden kimleri rahatça sömürebilsinler diye bu anlayışı imanın bir şartı haline getirdi, o konulara girmek istemiyorum. Amacım bu değil. Amacım bir mantık hatasını basitçe düzeltmek. Aldatmanın en kötüsü Allah ile aldatılmadır. Olanca genişliğine rağmen kafese tıkılmıştır Allah ile aldatılan. Karşı gelemezsiniz, çünkü Allah ile bir kez aldatıldığınızda karşı durduğunuz şey Allah oluverir. (“..Hiçbir aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın.” (Fatır 5)).
Bu dünyanın çerçevesinden bakıldığında akıl belki de Allah’ın en büyük nimetidir. Allah kendi yasalarını birbirleriyle çeliştirmez. O ilke sahibi bir Allah’tır. “Allah’ın öteden beri devam eden kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih 23) Kadercilik anlayışında tek suçlu vardır: Allah. Biri mi öldürüldü? Allah öyle istemiştir. Evlendiniz ve mutsuz mu oldunuz? Allah bunu size yazmıştır. Kötü mü yönetiliyorsunuz? Allah öyle takdir etmiştir. Susun, konuşmayın, sabredin, bağırmayın, isyan etmeyin, kaderinize razı gelin. Sizin seçme hakkınız yoktur. Böyle bir din kafa karışıklığına yol açar. Öyleyse cennet cehennem neden vardır? Kötülük bile yapmışsak bunun sorumlusu Allah’tır. Sonuçta O öyle istemiştir. İnsanlar hiçbir şey anlamaz böyle bir dinden ve en nihayetinde sorgulamanın günah olduğu, üzerine konuşulamayan, dogma bir din ortaya çıkar. Bu din uydurulmuş bir dindir. İndirilmiş dinde ise “Allah, aklını kullanmayanı pisliğe mahkum eder.” (Yunus 100).
Birçok hatanın, günahın, çaresizliğin sebebi olarak gördüğüm konulardan biridir kader. Öncelikle imanın 6 şartı yoktur, Kur’an’da uyulması gereken kaç ayet varsa imanın şartı o kadardır. Peki kader nasıl oldu da Kur’an’da yer almamasına rağmen (daha doğrusu çok daha farklı anlamda yer almasına rağmen) imanın en temel şartlarından biri haline getirildi? Örneğin şu ayette ve Nisa 136’da imanın şartı olarak sunulanlar arasında kader inancı yoktur. Ayetlerden birini buraya alıyorum, meraklıları diğerini ya da diğerlerini kontrol edebilir.
“Gerçek erdem yüzlerinizi doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. Fakat gerçek erdem kişinin Allah’a, âhiret gününe, meleklere, İlâhî kelâma, nebilere inanması, malı -ona sevgi duymasına rağmen- yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve özgürlüğü ellerinden alınanlara vermesi, salatı ikma etmesi, zekâtı gönlünden gelerek vermesidir. Onlar söz verdikleri zaman sözlerinde dururlar, şiddetli zorluk ve darlıklara karşı göğüs gererler. İşte bunlardır sözlerine sadık kalanlar… Takvâya ermiş olanlar da bunlardır. (Bakara 177)
Emeviler, kendilerine karşı gelenlere “Biz, sizin kaderiniziz” diyorlardı. Ne hikmetse kader dedikleri iktidarlarını kan ve göz yaşı ile ele geçirmişlerdi. Böylece emevilere karşı gelmek Allah’a karşı gelmek olacaktı. Kadere iman bu şekilde ortaya çıktı. Kitleler (kütleler?) böyle bir konuda ancak Allah ile kandırılabilirdi, isyan etmeyen, iktidarın her dediğini Allah’ın emri bilen kütleler için kader bulunmaz bir sömürü aracıdır, bugün bile. Emeviler bunu fark etti ve bu şekilde dine ekleme yapmak istediler. Bunu Kur’an ile yapamazlardı, çünkü Kur’an buna geçit vermiyordu ama hadis uydurmak ve bunu peygamberin sözü haline getirerek dine eklemek çok zor olmayacaktı. Böylelikle kadere karşı çıkmak Allah’a ve O’nun peygamberine karşı çıkmak olacaktı. Düşünmekten uzak kitlelere, “Bu Allah’ın kaderidir, kaderinize razı olun, Allah bu şekilde sınar. Sabrederseniz cennet sizin olacaktır.” diyorlardı.
Bakalım Nahl 35’te müşrikler ne söylüyor:
“Bir de, Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştırmakta direnenler dediler ki: “Eğer Allah isteseydi; ne biz ne de atalarımız, hem O’ndan başka hiçbir şeye kulluk etmez hem de O’ndan başkasının (sözüyle) hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı; peki, bu durumda elçilere (mesajı) açık seçik bildirmek dışında başka ne düşer?”
Enam 149:
“De ki: İyi bilin ki yalnız Allah katındadır hakikaten en kesin delili ve O dileseydi, hepinizi doğru yola yöneltirdi.”
Evet Allah dileseydi inkar eden tek bir insan olmazdı yeryüzünde. Allah isteseydi bunu bir yasası haline getirebilirdi ama Allah bunu dilemedi. Allah insanın seçme hakkını kullanmasını diledi. Allah yarattığı aklın kullanılmasını diledi. Allah kaderimiz olarak seçmemizi istedi. Seçmek, bizim kaderimizdir. Seçmek kaderimizdir.
Akıl, makul insanlar arasında bizleri aynı sonuca ulaştırır. Ayetler sayesinde biz iman edenler olarak bundan emin oluruz. Bu açıdan vahiy, akla yardımcıdır.Yani aklı selim olmak bizi doğruya götürecektir. Allah’ın vahyi ise vardığımız sonuçlardan bizi emin kılacaktır.
Aurelius Augustin şöyle söyler: “Her tür gücü bahşeden Tanrı’dır, kötü seçim ondan değildir.. Allah’ın bilmesi özgür iradeye sahip olmadığımız anlamına gelmez.” Yine başka bir yerde şöyle söyler: “İşlenen günahın sorumlusu kader, şans ve benzeri değil, bizzat insanoğludur. Günah işlemek insanoğlunun kendi seçimidir.” (Hristiyanlık)
Tevrat: “Önüne hayatı ve ölümü koydum. Bu sebeple kendine hayatı seç.”
“Allah’a ortak koşanlar derler ki: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık; dahası (O’nun helallerinden) hiçbir şeyi haram kılmazdık. Onlardan öncekiler de hakikati işte bu mantıkla yalanladılar; ta ki azabımızı tadıncaya kadar.. De ki: Elinizde bize sunabileceğiniz güvenilir bilgiye dayalı herhangi bir belge var mı? Siz yalnızca hurafenin peşinden gidiyorsunuz ve sadece kitle psikolojisiyle hareket ediyorsunuz.” (En’am , 148)
Bilirsiniz Kur’an’da akıl isim haliyle değil, fiil halleriyle gelir hep. Aklı kullanmaktır aslolan.: “İyi bilin ki, Allah katında canlıların en şerlisi aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22)
Şimdi Kur’an’da ölçü anlamında kullanılan (kader olarak çevrilen) ayetlere bakalım. Kur’an’a göre nedir bu ölçü ya da kader?
“Ve biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Nitekim Kıyamet Günü onun önüne, (dünyada yapıp ettiği) her şeyi kayıtlı bulacağı bir sicil koyacak (ve diyeceğiz ki):..” (İsra, 13)
“Şüphe yok ki her şeyi bir kaderle (ölçüyle, yasayla, düzenle, planla) yaratan Biz’iz.” (Kamer, 49)
“Hiçbir şey yoktur ki onun kaynağı Bizim katımızda olmamış olsun; fakat biz her bir şeyi tesbit ve tayin edilmiş bir ölçüye göre indiririz” (Hicr, 21)
“Gökten suyu bir ölçüye göre sürekli indiren de O’dur: Bunun sonunda Biz (nasıl) ölü toprağı yeniden diriltiyorsak işte siz de (öldükten sonra) böyle çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 11)
“Ve insan başkasının değil,sadece kendi çabasının karşılığını görecektir.” (Necm, 39)
“Bu, şu (yasa) gereğidir: Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum kendi özünü değiştirip bozmadıkça asla değiştirmez: Zira Allah her şeyi işitendir, tarifsiz bir ilimle bilendir.” (Enfal, 53)
Şu halde nimetin var edilmesi Allah’tandır, nimetin değişmesi ise O’nun emrine karşı gelen kullarındandır: “Allah’ın verdiği onca nimete nankörlükle karşılık verenleri ve böylece hem kendilerini hem toplumlarını helak yurduna sürükleyenleri görüyorsun değil mi?” (İbrahim 28)
De ki: “Ben yoldan sapmışsam, kendi aleyhime sapmışımdır; yok doğru yolu bulmuşsam, bu da Rabbimin bana yol göstermesi sayesindedir…” (Sebe’ 50)
Hidayet Allah’tandır, dalalet kullardandır: “Elbet doğru yolu göstermek Bize düşer; şüphesiz bu hayat da , öbür hayat da Bizim mülkiyetimizdedir” (Leyl ,12-13 )
Allah; “Dilediğim iman eder, dilediğim küfreder” demedi; “Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin” dedi. (Kehf 29)
Allah; “Hidayetiniz ve dalaletiniz yazgınıza bağlıdır” demedi; “Kim hidayete ererse kendi lehine ermiş olur; kim de dalalete saparsa kendi aleyhine sapmış olur” dedi. (İsrâ 15)
Allah; “Sizler Benim yazdığım istikamette gitmek zorundasınız” demedi; “Dileyen istikamet üzere bir yol tutsun” dedi. (Tekvîr 28)
Allah; “Başınıza gelen benim size yazdığım yüzündendir” demedi; “Sizin kendi yüzünüzden!” dedi. (Âl-i İmran 165)
Allah; “Biz her insanın çabasını kendi kaderine bağlı kıldık” demedi; tam aksine “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık” dedi. (İsrâ 13)
Allah; “Ben değiştirmeden siz değişemezsiniz” demedi; “Kendi nefsinizde olanı kendiniz değiştirebilirsiniz” dedi. (Ra’d 11)
Allah; “Benim kendisine imanı ve salih ameli yazdıklarım kurtulmuştur” demedi; “İman edenler ve salih amel işleyenler kurtulmuştur” dedi. (Asr 3)
Uzun lafın kısası bu dünyadaki her şey birkaç kelime ile ifade edilebilir. Hiçbir şeyi çok uzatmaya gerek yok. Zihinlerimiz nedenler ve sonuçlar arasında bağ kuracak şekilde yaratılmışlardır. Ama bu bağı bizden aldılar. Sorgulamayı günah haline getirdiler. O yüzden birkaç cümle ile anlaşılabilecek basit şeyleri sayfalarca anlatmak zorunda kalıyoruz. Kader; kaderimiz değildir, seçmektir kaderimiz. Kader depremlerde binlerce insanın ölmesi değildir, kader yasalardır, fay hatlarıdır, kasırgalardır, yanardağlardır. Evlerimizi felaketlere göre inşa etmek bizim seçimimizdir. Bakın Orta Çağ’da insanın ortalama ömrü 35-40 yaş civarıydı. Bugün ortalama ömür 80leri bulmuş, bu yaş gittikçe artmakta çünkü bunun için çabaladık, ölüm gerçektir, yasadır, hastalık gerçektir, felaketler gerçektir ama onlara karşı önlem almak bizim elimizdedir. Velhasılı kelam, seçmek bizim kaderimizdir.
Bir yanıt yazın