Tanrı’yı insanın önünde neredeyse diz çöktürecekler ; çünkü zihinlerindeki Tanrı, insanın bir üst versiyonu. Tanrı’yı küçültemeyenler peygamberleri Tanrı’nın yanına oturtarak, hem tanrıyı küçültüyorlar, hem de peygamber ile insanlar arasındaki mesafeyi genişletiyorlar. Bu durumda karşımızda küçülen bir tanrı ve giderek insanlardan uzaklaşan bir peygamber bulunuyor. Ancak burada asıl meselemiz Tanrı neden herkesi ikna etmedi?
Tanrı neden herkesi ikna edemedi, diye sormak yanlış olur. Çünkü Tanrı’nın herkesi ikna etme gibi bir derdi asla olmadı. Aksine, insanı ikna etmek, Tanrı için son derece basit bir iş olurdu. Bir mucize her şeyi bitirirdi (mucizeler neden yoktur?, bu yüzden). Ancak Allah, inanmayı seçmeyecek olanları bu seçimlerinden dolayı zorlamamış, onlara inanma özgürlüğü tanımıştır. Kur’an, ‘dileyen iman eder, dileyen inkar eder’ diyerek özgür iradeyi vurgular. İnsanın kibri, Tanrı’yı insan onayına muhtaç bir varlık gibi gösteren yanılgılı bir algıya yol açıyor. Kimin umurunda? Demeyeceğim zira bence Tanrı’nın umurunda. O yüzden özgür irademizle O’nu seçmek önemli.
Bilimsel olarak, Tanrı’nın var olma veya olmama ihtimali %50 olarak değerlendirilebilir. Hangisinden taraf olacağınız size kalmış. Bu oran değişmeyecek çünkü Allah, insanların özgür iradeleriyle karar vermelerini istiyor. Bu nedenle Kur’an, Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışmaz; zira Kur’an’ın böyle bir kaygısı yok. O sözünü söyler ve çekilir. İnsanı mecbur bırakan bir irade, insan iradesine ket vurmuş bir iradedir. İrade değildir aslında. Zira Allah, iradeyi tamamen lehine çevirmiş olur ve kimse bunu reddedemezdi. Allah, inanmayı seçmeyecek olanların özgür iradesine müdahale etmek istemediği için, Kur’an’da kendisini ispatlamak yerine, inanmak isteyenler için bir yol gösterici, inanmak istemeyenler içinse tartışmaya açık bir metin hazırlamıştır. Bir ateistin Kur’an’a baktığında gördüğü ile inançlı birinin gördüğü aynı şey değildir. İman eden biri Allah’a görür gibi inanırken inanmayan biri de O hiç yokmuş gibi davranabilir.
Dünyadaki her düşünce gibi, Kur’an da tam anlamıyla kavranamayabilir. Tamamıyla kavranamaz diyemem. Zira bu şey biz inananlar için anlayabilelim diye gönderildi. Bu yüzden tamamının anlaşılabileceği fikrindeyim fakat bir insanın tamamını anlaması gerçekten zor. Bu yüzden fikrin genelini kafamızda oturtmamız yeterli olabilir. Genel hatlarıyla kabul edilebilir bir sistem olsa da her zaman detaylarında anlaşılmayan noktalar bulundurabilir. Bir ateist de benzer bir şey yapar; ‘Tanrı yoktur’ fikrini kendisi için daha mantıklı bulduğu için eksik kalan noktaları bu önkabul üzerine inşa eder ve anlamadığı diğer kısımları kendi başına çözmeye çalışır.
Her şey mantıklı gelmiyor diye fikrimizden vaz mı geçmeli? Öyle olsaydı, ateist birinin de mantıklı bulmadığı bir konu karşısında ateizmi reddetmesi gerekirdi. Örneğin, ateist 2000 yıl önce yaşasaydı, Dünya’nın yuvarlak ve döndüğü fikri ona mantıklı gelmezdi; ‘Dünya dönseydi, ben de onunla dönerdim’ diyenlerden olabilirdi. Ama Dünya dönüyor. O zamanlarda yaşayan bir insanın, sırf bu fikir mantıksız geliyor diye bilimi reddetmesi mi gerekirdi?
Özetlemek gerekirse, bir şey mantıksız geliyorsa iki sebebi vardır: Ya gerçekten mantıksızdır ya da biz ona tam vakıf olamamışızdır. Tarih boyunca, o dönem için mantıksız görünen pek çok şey, zaman içinde anlaşılmıştır. İslam için de aynı şey geçerli. Kur’an’ı anlamak ve kavramak kolay değildir; bu, emek ister. Hiçbir düşünce, hiçbir inanç kolayca fethedilemez.
Sonuç olarak, inananlar şunu kabul etmelidir: Tanrı ispat edilemez, ne bilimle ne de başka bir yolla. Bu, özgür iradeleriyle inanmayı seçmeyenlerin kararlarına saygı göstermek içindir. Ateistler de şunu kabul etmelidir: Tanrı çürütülemez. Bilim, O’nu çürütemez. Bu olasılığı bilimin temeli gibi sunmaktan vazgeçmeliler. Hepimiz, hepimizin seçimine saygı duymalı. Bizim insanlarla ilişkimizi onların inançları belirlememeli. Bu, bizi ilgilendirmez. Yargılayacak olan bizler değiliz, yargıçlar değiliz. Samimi bir ateist, samimi olmayan bir inanandan daha iyi işlerde bulunabilir. Bir insanı tanımak istiyorsak eylemleri bize doğru yolu gösterebilir. Sözleri gerçek mi bilemeyiz, inancında samimi mi bilemeyiz ama davranışları, işte oradadır. Artık Tanrı’nın koltuğunu Tanrı’ya bırakmalı ve insanlar hakkında inanç yargılamaları yapmaktan vazgeçmeliyiz. Zira bu çok beyhude bir çaba.
Bir yanıt yazın