Bu yazıda, “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun geçersizliğini ortaya koymaya çalışacağım. Bu soru, kendi içinde bir mantık hatası taşır. Öncelikle, “Tanrı varsa onu kim yarattı?” sorusunu gündeme getiren bir ateist, aslında bir başka temel soruya yanıt bulmak zorundadır: Hangi Tanrı? Bu soruya anlamlı bir yanıt verebilmek için öncelikle Tanrı kavramını doğru anlamamız gerekir. Müslümanların inandığı Allah, Hristiyanların ya da Yahudilerin inandığı Yehova ile aynı değildir. Bu yazıda, Kur’an’ın tanıttığı Tanrı’yı, yani Allah’ı merkeze alarak konuyu ele alacağım.
Allah kendisini nasıl tanıtıyor veya nasıl tanımlıyor? Kur’an’da, Allah’ı en iyi açıklayan sure İhlas suresidir ve şu şekildedir:
(Ey muhatab!) De ki: O Allah’tır; eşsiz-benzersiz bir tek’tir. Allah Samed’dir. O doğurmamış /doğurtmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O’na asla denk ve benzer olmamıştır.
İlk ayetle, Allah kendisini tek ve benzersiz bir yaratıcı olarak tanımlar. İkinci ayetteki “Allah Samed’dir” ifadesinde “Samed” kelimesi, tam anlamıyla başka bir dile çevrilemeyecek kadar derin ve çok boyutlu bir kavramdır. Samed; “her şeyin kendisine muhtaç olup kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı”; “ilk sebep ve son gaye”, “öncesiz ve sonrasız” anlamlarını taşır. Aynı zamanda evrenin mutlak sahibi ve eksiksiz varlığı olarak da ifade edilir. Üçüncü ayette, Allah’ın ne bir ebeveyn ne de bir evlat olmadığını, yaratılmış olmadığına vurgu yapılır. Dördüncü ayet de bu tanımı tamamlar ve Allah’ın hiçbir şeyle kıyaslanamayacak, benzersiz bir yaratıcı olduğunu vurgular: “Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”
Bu sure ile Kur’an, bize şunu açıkça öğretir: Allah yaratılmamış, başlangıcı ve sonu olmayan, kendi varlığıyla ezeli olandır. Ateistlerin “Eğer evreni Tanrı yarattıysa…” diyerek ortaya koyduğu varsayımı bir an için kabul edersek, o zaman Tanrı’dan başka bir yaratıcı olmadığını ve onun tüm niteliklerini de Tanrı’nın bize kendisini tanıttığı şekliyle kabul etmek zorundayız. Tanrı’nın evreni yarattığını kabul etmek, O’nun mutlak özelliklerini de kabul etmeyi gerektirir; zira Tanrı tanımı, kendiliğinden var olmayı, yaratılmamayı, kimseye ihtiyaç duymamayı ve her türlü eksiklikten münezzeh olmayı kapsar. Tanrı demek, bunların tamamını içinde bulundurur. Tanrı’nın varlığını kabul edip, onun yaratılmayan ya da ihtiyaçsız olduğu gibi özelliklerini reddetmek, bir çelişkidir. İşte bu yazı, böyle bir çelişkinin mantık dışılığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Bu noktayı iki temel önerme ile netleştirebiliriz:
- Melekler vardır.
- Melekler iyilik dışında bir şey yapamazlar; kötülük yapma yetileri yoktur.
Şimdi, bir ateist şöyle bir soru soruyor: “Melekler varsa, neden kötülük yapıyorlar?” Bu soruya yanıtımız şudur: “Meleklerin tanımında, kötülük yapma özelliği yoktur; onlar yalnızca iyilik yapabilirler.” Yani, meleklerin varlığını kabul ediyorsanız, onların iyilik dışında bir şey yapamayacağı gerçeğini de kabul etmek zorundasınız. Aksi halde, mantıksal bir hata yapmış olursunuz.
Aynı durum Allah için de geçerlidir. “Tanrı varsa” diyorsanız; Tanrı’nın yaratılmadığını, yemediğini, uyumadığını, dinlenmediğini de kabul etmeniz gerekir. Sorularınızı da Tanrı’nın bu özellikleri çerçevesinde sormalısınız. Bu, varlıkların tanımlarını ve özelliklerini göz ardı etmeden anlamaya yönelik mantıklı bir yaklaşım sunar. Örnekleri çoğaltacağım.
“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, felsefede “kategori hatası” olarak bilinen bir mantık hatası içerir. Bu tür sorularda kavramların kendi doğalarına uygun olmayan nitelikler onlara yüklenir. Konuyu daha iyi anlamak için iki örnek üzerinden açıklayalım:
- Bu soru, “siyah rengin ağırlığı nedir?” sorusuna benzer. Rengin bir ağırlığı yoktur; bu onun bir özelliği değildir. Bu nedenle, böyle bir soru yanlıştır. Siyahın ağırlığına dair bir özellik aramak, mantıksal bir hataya düşmektir. Aynı şekilde, Tanrı’nın da yaratılmış olmak gibi bir özelliği yoktur.
- Üçgen, üç kenarlıdır; bu, onun tanımında ve doğasında yer alır. “Üçgenin dördüncü kenarı nerededir?” diye sormak, üçgenin doğasına uymayan bir nitelik aramaktır. Dördüncü kenar, üçgenin bir özelliği değildir.
Benzer şekilde, Allah’ın yaratılma gibi bir sıfatı yoktur; o kendiliğinden var olandır. Yaratılmamış olmak ve sürekli var olmak, Allah’ın temel özelliklerindendir ve bu özelliklere aykırı bir soru, kategori hatası yapmaktan başka bir şey değildir.
Bu sorunun mantıksızlığını mantık temelinde gösterelim. Mantıkta “transitiflik” özelliği olarak bilinen bir ilişkiyi kullanarak ilerleyelim:
Formülümüz:
Eğer x = y ve y = z ise, o zaman x = z’dir.
Bu mantıkla, Allah’ın tanımını inceleyelim:
- Allah’ın bir tanımı “yaratılmamış” olandır.
- Bir diğer tanımı ise, “sonradan var olan her şeyin yaratıcısı”dır.
Bu tanımları birleştirirsek, Allah için ortaya çıkan sonuç şudur: “Yaratılmamış olan yaratıcı.” Şimdi, “Allah’ı kim yarattı?” sorusundaki “Allah” kelimesini bu kavramsal tanımıyla değiştirelim ve mantıksal hatayı açıkça görelim:
“Allah’ı kim yarattı?” yani “Yaratılmamış olan yaratıcıyı kim yarattı?” Bu ifade, yaratılmamış olan bir varlığın yaratılmasını sorguladığı için kendi içinde çelişkili hale gelir. “Yaratılmamış” ve “yaratıcı” tanımlarına aykırı bir varsayım içerdiği için, sorunun kendisi mantıksızdır.
Bu soru, yalnızca Tanrı inancını taşıyan biri için değil, samimi bir ateist için de anlamsızdır. Bir ateistin “Allah varsa, onu kim yarattı?” sorusunu sorması, Tanrı’nın varlığını kabul eden biri için geçerli olan nitelikleri göz ardı ettiği için hatalıdır. Allah’ın varlığını kabul eden kişi, onun yaratılmamış olduğunu ve kendisine özgü diğer nitelikleri de kabul eder. Bu, Tanrı’yı kabul edenin onun yemediğini, uyumadığını veya yaratılmadığını da kabul etmesini gerektirir. Aksi halde, Tanrı’nın varlığına inanıp, onun temel özelliklerini reddetmek çelişkili bir inancı beraberinde getirir. İslam inancındaki Allah’ı tanımak isteyen bir ateist, Kur’an’da Allah’ın kendisini nasıl tanıttığına bakmalıdır.
“Allah evreni yarattıysa, Allah’ı kim yarattı?” sorusu, Allah’ın kendisini tanımladığı gibi kabul edilmediğini gösterir. Bu soruya zorlanarak bakan ateistlerin çekincesi anlaşılabilir. Çünkü bizler yaratılmamış bir varlığı hiç görmedik. Evrenin başlangıcından bu yana var olan her şey yaratılmıştır ve sürekli değişen bir evrende yaşıyoruz. Tanrı gibi zaman ve mekânın ötesine hiç geçmediğimiz için, yaratılmamış bir varlık fikri bizlere uzak ve akla hayale sığmaz gelebilir. Hatta tam da böyle gelmelidir. Başka herhangi bir tasvir hatalı bir tasvir olacaktır. Zira Tanrı hakkında daha fazlasını bilmiyoruz.
Evrenimize ait olmayan bir olguyu anlamak, onu somut örneklerle açıklamakla mümkün olabilir. Bir bilgisayar yazılımı düşünün. Bu yazılımı “Ahmet” adlı bir kişi yazdı. Buradan yola çıkarak şu soruyu sorar mısınız: “Ahmet’i kim yazdı?” Bu soru saçma ve uyumsuzdur, çünkü Ahmet’in kendisi bir yazılım değil, yazılımdan bağımsız bir varlıktır. Ahmet’i yazılımın kuralları içinde değerlendirmek anlamlı olmayacaktır.
Aynı şekilde, “Evreni kim yarattı?” diye sorulduğunda, Tanrı cevabı verildiğinde, devamında “Peki Tanrı’yı kim yarattı?” diye sormak, Tanrı’yı evrenin yaratılmış kurallarıyla değerlendirme yanılgısına düşmektir. Allah, yaratılanlar gibi maddeden yani atomlardan oluşmaz. Biz, atomlardan oluşmayan bir varlığı hiç görmedik ve böyle bir varlığın özelliklerini de bilmiyoruz. Dolayısıyla Allah’ın yaratılmamış olması, yemek yememesi, su içmemesi ve uyumaması gibi özelliklerini de anlamakta zorlanıyoruz. Tanrı, insan veya yaratılmış başka bir varlık değildir ki O’nu kendi evrenimizin kuralları içinde değerlendirelim.
“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun temelinde, nedensellik kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Bu soruyu soran kişi, nedenselliği evrensel ve mutlak bir yasa olarak kabul edip Tanrı’ya da uygulanabileceğini varsayar. Oysa nedensellik, her sonucun bir nedeni olduğunu ifade eder; yani bir şey başka bir şeyin sonucu olarak varsa onun bir nedeni olmalıdır.
Fizikçi Paul Davies’in dediği gibi, “Zamanın olmadığı yerde, alışılmış anlamda nedensellik de yoktur.” Yani nedensellik ilkesi, zaman ve mekan olmaksızın uygulanamaz. Allah, zamandan ve mekandan bağımsızdır; zaman ve mekanı kendisi yaratmış ve onların sınırlarının dışında, bağımsız olarak var olmuştur. Bu bağlamda, “Her sonucun bir sebebi vardır” ilkesi yalnızca evrenimiz için geçerlidir; Tanrı, evrenin bir sonucu değil, onun dışında olan, varlığının kaynağıdır. İbn-i Sina’nın “zorunlu varlık” ifadesi de bu anlamı taşır: Zorunlu varlığın kendisi, başka bir şeyin sonucu olarak var olmadığı için, onun bir nedeni aranmaz.
Buna ek olarak, sonsuz nedensellik zincirleri mantıken imkansızdır. Evrendeki tüm olaylar sonsuza kadar geri gitmez; en fazla, 13.5 milyar yıl öncesindeki Büyük Patlama’ya kadar uzanabiliriz. Ondan öncesi içinse bir başlangıç, bir ilk neden gereklidir. Bu durumda, her şeyin değil, “var olmaya başlayan” her şeyin bir sebebi vardır. Tanrı’nın ise böyle bir başlangıcı olmadığı için, bir sebebe ihtiyacı yoktur.
Tanrı’nın varlığını kabul eden biri, onun kendisi hakkında bildirdiği özellikleri de kabul etmek durumundadır. Örneğin, Tanrı’nın “Benden başka Tanrı yok” ifadesini de kabul etmek gerekir. Tanrı’nın varlığını kabul edip onun ezeli olduğunu kabul etmemek, çelişkili bir tavırdır. Dolayısıyla asıl mesele, Tanrı’nın var olup olmadığı sorusudur. Tanrı’nın varlığını reddeden bir ateist, mantık içinde kalarak bu inancını sürdürebilir. Ancak Tanrı’nın varlığını kabul eden biri, O’nun ezeli ve bağımsız doğasını da kabul etmelidir. “Tanrı varsa onu kim yarattı?” sorusu, esasen Tanrı’nın varlık özelliklerini göz ardı ederek alaycı bir üslupla sorulmuş bir sorudan öteye gitmemektedir.
Bu soru bilim felsefesine de aykırıdır.
Bilim felsefesine göre, bir olgunun açıklanması için en iyi açıklama yeterlidir ve bu açıklamanın kendisi ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duymaz. Örneğin, biri size önünüzde duran “Tanrı Yanılgısı” kitabını işaret ederek, “Bu kitabı kim yazdı, sahibi kim?” diye sorsa ve siz de “Richard Dawkins” cevabını verseniz, bu yanıt o eserin yazarını en iyi şekilde açıklar. Eğer karşınızdaki kişi bu cevaba karşılık olarak, “Bu yeterli değil, Richard Dawkins’i kim yarattı? Onun sahibi kim?” diye sorarsa, bu sorgulama gereksiz bir karmaşa yaratır.
Evreni Kim Yarattı
“Tanrı’yı kim yarattı?” sorusundan daha yaratıcı bir soruya geçelim. Eğer Allah yaratılmamışsa, o zaman O’nun sonsuz olması gereklidir. Ancak bir ateistin, Allah’ın sonsuz olduğu varsayımına itiraz etme hakkı yoktur. Eğer Tanrı var ise, ateist bunun sonsuz olduğunu kabul etmek zorundadır (Tanrı tanımı bunu gerektirir). Aksi takdirde, evrenin sonsuz olduğunu savunmak zorundadır. Yani evrenin ezeli olduğunu kabul etmelidir ki, “Biri evreni yaratmış” demekten kaçınsın.
Bu durumda, başlangıcı olan bir evren modeli, “O halde bu evreni ne başlattı?” veya “Evrenin başlangıcı varsa, buna sebep olan nedir?” gibi soruları gündeme getirir. Cevap Tanrı mı? Big Bang teorisi, evrenin ezeli olmadığını kanıtlar. Eğer Tanrı varsa diyen biriyseniz, O’nun tüm vasıflarını da kabul etmek zorundasınız. Aksi halde, çarpık bir Tanrı anlayışı ortaya çıkar ve bu da saçma sorular üretir.
İlk insansı toplumlardan ilk bilinçli topluma insanoğlunun dünyanın yuvarlak olduğunu anlaması 3 milyon yıl sürdü. Benim üstün kafam yaratılmamış olmayı kavrayamadığı için böyle bir varlık yoktur, demek kibirdir. Yüz binlerce yıldır hastalıkların ne olduğunu bile kavrayamıyorduk. Gözümüz belli frekansın dışındaki renkleri bile görmüyor. İnsan beyninin sonsuz akıl ve kudret olan, mekan ve zaman yokken var olan, bizim gibi sonradan yaratılmamış olup hep var olan, ölmeyen, doğmayan, yemeyen, uyumayan, dinlenmeyen, korkmayan, sıkılmayan, atomlardan oluşmamış, kudreti ve gücü karşısında durulamayan, aynı anda tüm evrendeki her canlıyı, her atomu, her protonu kontrol eden, aynı anda tüm canlıların zihninden geçenleri bilen ve biz doğmadan evvel bizim ölünceye kadar yapacağımız her şeyi bilen bir Tanrı’yı siz bu akılla kapsayacağınıza ve O’nu fethedeceğinize inanıyorsanız kibir tüm benliğinizi ele geçirmiş, acizliğinizi görmenizi sağlayacak tüm duyularınızı felç etmiş demektir.
Bir yanıt yazın